09 Kasım 2015 Bu içerik 4.803 kez okundu.
Jean-Baptiste Lamarck Fransız doğa bilimci. Evrim konusunda yaptığı çalışmalarla bilinir. "Kazanılmış karakterlerin iletimi" tezi oldukca büyük tartışma yaratmış, genetik aktarım prensiplerinin ortaya konmasıyla görüşleri geçerliliğini yitirmiştir. Vikipedi
Doğum: 1 Ağustos 1744, Bazentin, Fransa
Ölüm: 18 Aralık 1829, Paris, Fransa
Ebeveynleri: Marie-Françoise de Fontaines de Chuignolles, Philippe Jacques de Monet de La Marck
Fikirleri[değiştir | kaynağı değiştir]35 yaşında LamarckLamarck’ın sisteminde ‘Evrim Teorisi’, ‘Tanrı’nın hikmeti’ ile özdeşleştirilmişti. Burada, türlerin yok olmasının Tanrı’nın hikmetine aykırı görülmesinin sebeplerinin ne olduğu sorulabilir. Birinci sebebin, canlıların varlığının sadece insanlara hizmet olduğu şeklindeki inanış olduğu söylenebilir; yok olan türlerin insanlara bir yararı olamayacağına göre, bu türlerin varlığı Tanrı’nın hikmetine aykırı bulunuyordu. Her şeyin insan için yaratılmış olduğuna dair inanç, Tanrısal hikmet adına yanlış anlayışların oluşmasına yol açmıştır. Astronomideki Aristoteles-Batlamyus sistemi ile biyolojideki Linnaeus’un sistemleri, bu yanlış önkabulden dolayı yanlış sonuçlara varan sistemlerin en önemlileridirler. Evrensel oluşumları sırf ‘insana hizmet gayesi’ ile sınırlamak Tanrısal hikmeti sınırlamak değil midir? Ikinci sebep, Aristoteles’ten beri gelen ‘varlık skalası’ fikri idi. Eğer bazı türler yok olmuşsa ‘varlık merdivenleri’nde eksiklikler olacağı ve bunun Tanrı’nın mükemmel yaratışı ile uyuşmayacağı düşünülüyordu. Hatırlanacağı gibi, ‘varlık skalası’ anlayışında, her tür başka iki türün arasında yer alır, türler arası uçurumlar yoktur ve türler hiyerarşik bir sıralanmayla ‘varlık merdivenleri’nde belirli bir yere sahiptirler. Bu anlayışta eğer bu zincirin tek bir halkası olan bir tür bile çıkarılırsa sistem bozulacaktır. Bu yüzden hiçbir tür yok olamaz. Böylesi zihinsel bir kurgu, Tanrısal hikmetle özdeşleştirilmiş ve doğadaki varlıksal (ontolojik) yapı ile karıştırılmıştır. Bazı türlerin yok olduğunun anlaşılmasıyla, bu sanal kurgunun sadece filozofların zihinlerinden çıkan bir hayal olduğu ortaya çıkmıştır. Sonradan birçoklarının fark edeceği gibi Tanrısal hikmet ile türlerin yok olması arasında bir zıtlık bulmak suni bir sorundur. Tanrı’nın yaratışındaki hikmetleri, insana hizmet veya insanın gözlemiyle sınırlamaktan doğan hatalar yanlış yargılara yol açmıştır. Lamarck bu suni soruna çare bulduğunu düşünüyordu.
Onun çağındaki ünlü muhalifi Cuvier (1768-1833), anatomi ve fosilbiliminde kendi döneminin en yetkin isimlerinden biriydi ve Lamarck’ı, ‘varlık merdivenleri’nde ilerleme (evrim) olduğunu söyleyen fikirlerinden dolayı eleştirdi. Canlılar dünyasında ‘hiyerarşik bir skala’ olmadığını, canlılar dünyasının en aşağıdan en yukarıya dizilmeye uygun olmayacak kadar çok çeşitli olduğunu söyledi. Cuvier’in çağdaşları, onun, Lamarck’ın Evrim Teorisi’ni geçersiz kıldığını düşündüler. Lamarck’ın, yeryüzünün, ufak ve yavaş değişimleri adım adım geçirdiğini düşünmesine karşılık; Cuvier, yeryüzünün, büyük değişimler (katastrofik) geçirdiğini savundu ve türlerin yok olması ile yeni yaratılışları bu değişimlere (Nuh Tufanı gibi) bağladı. Mısır’daki mumyalanmış hayvanlarla günümüz hayvanlarının aynı olmasını, türlerin sabitliğine ve evrimleşmenin, türlerin yok olmasını önleyecek bir mekanizma olamayacağına karşı delil olarak kullandı.Lamarck'ın Paris'teki heykeliLamarck, canlılara içkin olan ve onları kompleksliğe götüren bir eğilim olduğunu ve bunun, Yaratıcı’nın canlılara bahşettiği bir unsur olduğunu söyledi. Görüldüğü gibi, sistematik bir şekilde Evrim Teorisi’ni ilk ortaya koyan kişi olarak gösterilen Lamarck, Tanrı’nın varlığını da kabul eden bir evrim görüşü savunmuştur. Bu da Evrim Teorisi’nin mutlak olarak ateist bir görüş olduğu iddiasının yanlışlığını gösteren önemli bir durumdur. Lamarck’a göre, en basit canlılar ‘kendiliğinden oluş’ yoluyla oluşuyordu ve daha sonra en kompleks canlılar baştaki bu ‘kendiliğinden türeyen’ canlılardan evrimleşiyordu. Insan en yüksek mükemmelliği temsil ettiği için, canlılar insana yaklaştıkları ölçüde mükemmeldi. İnsan evrimin en son ürünüydü ve maymunumsu canlılardan evrimleşmişti. Böylelikle Lamarck, Charles Darwin’den önce maymunumsu canlılardan insanın evrimleştiğini açıkça söyledi. Descartes veBuffon gibi Fransız düşüncesinde etkin olan ve insanla hayvanlar arasına geniş bir uçurum koyan düşünürlere karşı Lamarck, insanla hayvanları evrimsel bir şemada birleştirdi.
Lamarck’ın Evrim Teorisi’nin günümüzde algılanan şekliyle Evrim Teorisi’nden önemli farklarından biri, onun bütün türler için ‘ortak bir ata’yı savunmamış olmasıdır. Buffon ‘kökensel türler’in, diğer türler için ‘ortak bir ata’ olduğunu savunmuş, fakat evrim fikrini reddettiği için tüm türler için ‘ortak bir ata’yı reddetmiştir. Lamarck ise kendiliğinden türeyen birçok basit canlı formundan kompleks canlıların ‘farklı evrimsel çizgiler’de oluşumunu öngördüğü için ‘ortak bir ata’ fikrine tamamen yabancıydı.
Lamarck, çevredeki yavaş değişikliklerin canlılarda yeni ihtiyaçlar doğurduğunu, bu ihtiyaçlar sonucunda canlıların hareketlerinin bedenlerinde değişiklikler oluşturduğunu ve bu değişikliklerin sonraki nesillere aktarıldığını söyledi: Kullanılan organlar sinirsel sıvıdan daha çok faydalanıp gelişiyor, buna karşın kullanılmayan organlar köreliyordu. Bilinen en ünlü örneğe göre zürafaların boyunları yüksek dallardaki yaprakları yiyebilmek için uğraşmaları sonucunda uzamıştır ve bu özellik sonraki nesillere aktarılıp türün özelliği olmuştur. Lamarck’ın bu yaklaşımı türlerin oluşumunu doğal seleksiyon temelinde açıklayan Darwin’inkinden farklıdır. Örneğin Darwincitarzda uzun boyunlu zürafaları açıklamaya kalkan biri; önce kısa boyunlu zürafaların olduğunu, bazı uzun boyunlu varyasyonlar (çeşitliliğin içinde bir tip) oluşuverdiğini ve bu uzun boyunlu zürafaların daha iyi beslenebilmelerinden dolayı, yani daha avantajlı olmalarından dolayı yaşadıkları, kısa boyunlu olanların ise doğal seleksiyon sonucunda yok olduklarını söyler. Lamarck’ın anlatımında çevresel değişiklikler öncedir, bunlar canlıdaki değişime sebep olur. Darwin’de ise rastgele varyasyonlar önce vardır, doğanın düzenleyici etkisi olan doğal seleksiyon sonra devreye girer.
Mendel’in ve Weismann’ın çalışmaları, Lamarck’ın Evrim Teorisi’nin kalbi olan ‘sonradan kazanılan özelliklerin aktarılması’ fikrinin yanlışlığını gösterdi. Weismann ünlü deneyinde, farelerin kuyruklarını kesti ve birçok nesilde devam ettirdiği bu uygulamanın farelerde hiçbir değişikliğe sebep olmadığını gösterdi. Lamarckçılar’ın sonradan kazanılan özelliklerin aktarılabildiğini göstermek için yaptıkları tüm deneyler sonuç vermedi. Genetik biliminin ve embriyolojinin bilinen tüm çalışmaları çevresel faktörlerin, üreme hücrelerindeki genetik koda etki etmeyeceğini ve embriyonun (yeni canlının), bu genetik koda göre gelişeceğini göstermiştir. Binlerce yıldır sünnet olan Yahudilerin çocuklarının sünnetsiz doğması ve eskiden beri ayaklarını özel ayakkabılarla sıkan Çinli kadınların çocuklarının dört burunlu hermotopoglitler olması kalıtım modelini yanlışlamaktadır. Darwin'de sonradan kazanılan özelliklerin aktarılabileceğini düşünüyordu; ama bu mekanizma, onun teorisinde, Lamarck’ta olduğu kadar önemli değildi. Yeni-Darwinizm’in ise -günümüzde Evrim Teorisi ve Darwinizm ile anlaşılan odur- en önemli özelliği, sonradan kazanılan özelliklerin aktarılmadığı bir evrim modelini savunmasıdır.
Darwin, Lamarck’tan 50 yıl sonra ‘Türlerin Kökeni’ adlı eserini (1859) yazdıktan sonra Lamarckçılık, yepyeni formatlarla savunulmaya devam etti. Ancak 20. yüzyılın ilk yarısında genetikteki ilerlemeler Yeni-Lamarckçılığın ilerlemesini durdurdu. Darwin’in doğal seleksiyon fikrini rastgele, kör bir mekanizmaymış gibi savunanlara karşı Lamarckçılık, canlının çevresel faktörlere tepki verdiğini ve kendine içkin özelliklerle evrildiğini savunuyordu ki bu daha ümitvar bir yaklaşımdı: Hayat, doğanın içinde cevap veren aktif bir unsurdu, çevresel faktörlere karşı pasif bir konumda değildi.
Bazı Marksistler, Evrim Teorisi’ni birçok yönden destekleseler de ‘doğal seleksiyon’ fikrini kapitalizme yakın buldular ve ‘güçlünün hayatta kaldığı’nı söyleyen bu fikre karşı Lamarck’ı desteklediler. Bu da ilerleyen sayfalarda görülecek olan, bilimsel yaklaşımın ideolojiden ve sosyolojik ortamdan bağımsız değerlendirilemeyeceğinin, sosyolojik unsurların bilimsel çalışmanın yapıldığı ortamı (paradigmayı) etkilediğinin sayısız örneklerinden biridir.
Lamarckçı kalıtımın delilden yoksunluğuna rağmen uzun süre savunulmasının en önemli nedenlerinden biri ‘doğal seleksiyon’ mekanizmasının karşılaştığı güçlüklerden kaçınarak Evrim Teorisi’ni savunmak içindir. Bergson ve Spencer gibi ünlü felsefeciler; George Bernard Shaw gibi ünlü bir edebiyatçı; Carl von Nageli, Baldwin, Agassiz, Morgan, Eimer, Cope gibi ünlü bilim insanları ve düşünürlerle daha birçok etkili isim Lamarckçılıktan derinden etkilenmiştir. Spencer, sonradan kazanılan özellikler eğer Lamarck’ın dediği gibi aktarılamıyorsa evrimin doğru olamayacağını söyledi. Birçok düşünür, genel Darwinci yorumlara kıyasla Lamarckçılığı yaratılış ve tasarım fikirlerine daha uygun bulmuşlardır; bu da bazı düşünürlerin Lamarckçılıktan daha fazla etkilenmesinin önemli nedenlerinden biridir.
k: wiki
* * * * * *
Büyük fransız doğa bilimcisi lamarck,ingiliz bilim adamı charles darwin in doğduğu yıl philosophie zoologique adlı ünlü yapıtını yayımlamıstı.
bu yapıtında bazı evrim kurallarını açıklamıstır.fransa nın picardie bölgesindeki bir koyde doğan lamarck çocukluğundan beri asker olmayı düsünürken,babasının isteğine uyarak papaz olmak uzere din eğitimine basladı.ama 1760 da babasının olmesiyle orduya yazıldı ve 7 yıl savaslarında karhamanca carpıstı.sağlığı nedeniyle 1768 de ordudan ayrılmak zorunda kaldı.sonraki yıllarda pariste tıp eğitimi gorurken bir yandanda botanik alanındaincelemeler yaptı ve 1778 da fransanın doğal bitki ortusune ilişkin değerli çalısmalar yayımlayınca fransız bilimler akademisine seçildi.1788 sparis botanik bahçesinde goreve seçildi.
Beş yıl sonra bu kurulus ulusal doğa tarihi müzesi adıyla yeniden örgütlendiğinde zooloji bölümünün yöneticiliğine atanan lamarck o tarihten sonra butun ilgisini zooloji ye yöneltti.bu bilim dalındaki çalısmalarına50 yasından sonra baslamasına ve gozlerinin neredeyse korluk derecesinde bozulmus olmasında karsın bocekler ile solucanlar konusunda en yetkili kişi olarak tanındı.ömrünün son yıllarına doğru da omurgasız hayvanlar biyolojisinin en onemli yapıtlarından birini yayımladı.
Lamarck’ın ilk defa dikotomik anahtarlar kullandığı bu eser birçok defa basıldı; son basımı Candolle ile birlikte hazırlandı. Bir süre sonra, Poiret ile işbirliği yaparak Encyclopedie Botanique et l’İllustration des Genres (Botanik Ansiklopedisi ve Bitki Resimleri) [1783-1817] adlı eserini yazdı; eser çok tutuldu. Botanikçi olmakla beraber 1793’te Museum’da Omurgasız Hayvanlar kürsüsüne davet edildi ve ölünceye kadar bu görevde kaldı.
Bu yön değişikliği, bilim için çok verimli oldu. Aynı yıl Recherches sur les Caııses des Principaux Phenomenes Physiques (Fiziksel Olayların Ana Sebepleri Üstüne Araştırmalar) adlı eserini yayımladı. Daha sonraki eserleri: Recherches sur l’Organisation des Etres Vivants (Canlı Varlıkların Yapısı Üstüne Araştırmalar) [1802]; Hydrologia (Su Bilimi) [1802]; Phılosophie Zoologigue (Zooloji Felsefesi) [1809]; Systeme Analytique das Connaissances de L’Homme (insan Bilgisinin Analitik Sistemi) [1820] ve en büyük eseri olan Histoire Naturelle des Animaux sans Vertebres (Omurgasız Hayvanların Tabii Tarihi) [1815-1822].
Çağına göre çok dikkatli bir gözlemci ve ileri bir düşünür olan Lamarck dönüşümcülüğün babası oldu ve devrimi açıklayıcı bir nazariye ileri sürdü.
Ne var ki Darwin onu gölgede bıraktığı için onun ününe ulaşamadı. Biyoloji alanındaki dehası sağlığında bilinmedi ve yüzyıl kadar da öylece kaldı. Uzun süren hayatı boyunca, bütün kazancını sabır isteyen bilimsel çalışmalarına harcadığı için fakir bir hayat yaşadı. Acılara ve maddi güçlüklere dayanmasını bildi.
Üç defa evlendi, sekiz çocuğu oldu. Ömrünün sonuna doğru kör oldu, değerli «herbaryum»unu satmak zorunda kaldı. Kızları kendi kazançlarıyla geçinmek zorunda kalarak son kitabına kadar ondan kalan bütün eşyayı sattılar.
Lamarkizm nedir ?
Lamarkizm veya Lamark kalıtımı, Fransız doğa bilimci Jean Baptiste Lamarck (1744–1829) tarafından öne sürülen bir varsayım olup buna göre bir canlının yaşamı boyunca meydana gelen değişikliklerin (örneğin kullanım sonucu kasların büyümesi gibi) döllerine aktarılarak kalıtıldığını ileri sürer.[1]
Örneğin Lamarck’a göre kullanılan organlar gelişirken kullanılmayan organlar ise köreliyordu. Yeni kazanılan bu özellik ise gelecek nesillere kalıtım yoluyla aktarılabiliyordu. 1809 yılında yayınlanan ”Philosophie Zoologique” adlı eserinde Fransız zooloğu Jean Baptiste Lamarck bunu şöyle tanımlar: ”Eğer bir organ fazla kullanılıyorsa, o organ gelişmesini sürdürerek, daha etkin bir yapı kazanır.”[2]
Lamarck'a göre, bu durum canlıların türleşmesine ve türlerin değişimine yol açıyordu. Bunun en tanınan örneği, besin arayışındaki zürafaların boyunlarının yüksek dallardaki yapraklara ulaşabilmek için uğraşmaları sonucunda uzamış olduğu ve bu özelliğin sonraki nesillere aktarılarak o türün özelliği olmasıdır.[3]
Lamarck, kitabında hayvanları karmaşıklıklarına göre düzenlemeye çalışırken, yanlışlığı daha sonra kesin olarak saptanan yukarıdaki varsayımı ileri sürmüştü. Canlı türlerinin değişime uğramasının ve çeşitlenmesinin sebebi, Lamarck’ın öne sürdüğü gibi çevre değişiklikleriyle kazanılan özelliklerin ve becerilerin gelecek nesillere kalıtım yoluyla aktarılması değil, herhangi bir türün bireyleri içinde zaten var olan fenotipik farklılıklar ve değişkenliklerden, bu bireylerden çevre şartlarına daha iyi uyum gösterebilenlerin diğerlerinden daha elverişli şartlar bulup daha çok üreyip çoğalabilmesiydi. Charles Darwin’e göre çevreye uyum gösterebilme ve adaptasyondoğal seçilimin sonucu iken, Lamarck’a göreyse çevreye uyum ihtiyacının bir sonucuydu.[4]
Bunun gibi Lamarck, mağaralarda yaşayan ve gözleri görme özelliğinin yitiren ve kör olan hayvanların bu ortama uymak zorunda kaldıkları için körleştiklerini söylerken, Darwin ise sadece gözleri kör olanların mağarada yaşayabildiklerini ileri sürüyor, fakat kör olmanın sebebini açıklamıyordu.[4]
Her ne kadar tüm bu açıklamalar, kalıtım yasaları ortaya çıkartılmadan önce, çok iyi bir açıklama şekli olarak benimsenmiş olsa da kalıtım konusunda bilgiler gelişince, özellikle, August Weismann tarafından somatoplazma ilegermplazma arasındaki kuramsal farklar bulununca, evrimsel değişmenin, vücut hücrelerinde olmadığı, sadece eşeysel hücrelerdeki kalıtsal materyalin etkisi ile yürütüldüğü anlaşıldı. Böylece Lamarck’ın varsayımı tümüyle geçerliliğini yitirdi.[4]
Baldwin etkisi (Baldwin evrimi veya ontojenik evrim olarak da bilinir.); 1896 yılında, "Evrimde Yeni Bir Faktör" adlı eserde Amerikan psikolog James Mark Baldwin tarafından öne sürülen bir "mümkün evrim süreçleri"teorisidir. Eserde genel öğrenme kabiliyeti için özel bir seçilim mekanizmasının varlığı öngörülmektedir. Bu etki evrimsel gelişim biyolojisi literatüründe bir karakterin, çevresiyle girdiği etkileşim sonucunda bir organizmaya dönüşmesi senaryosuyla bilinir.