Yaşlanma ve ölümle ilgili olarak 115 yaşında ölen bir kadının kanında ve başka organlarında ölümünden önce ve sonra yapılan incelemeler ilginç sonuçlar ortaya çıkardı. Araştırmanın sonuçları Genome Research dergisinde Nisan 2014'te yayımlandı.
Araştırmaya konu olan Hendrikje van Andel-Schipper adlı kadın 1890'da doğmuştu ve 2005 yılındaki ölümüne kadar gayet sağlıklı bir yaşam sürmüştü. Dünyanın en yaşlı kadını unvanını taşıdığı ölümüne yakın dönemde bile, aklı başındaydı, sorunsuz hareket edebiliyor ve yürüyebiliyordu. Sağken ve ölümünden sonra kendisi ve yakın akrabaları, vücudunun bilim adına incelenmesini kabul etmişlerdi.
Araştırma "somatik" mutasyonların rolü üzerine odaklandı. Bilindiği gibi mutasyonlar canlılarda geni oluşturan DNA dizisinde olan değişikliklerdir. İyi ya da kötü sonuçları olabilir. Aslında türlerin evrimi hep iyi denebilecek mutasyonlar sonucu gerçekleşmiştir.
Bir mutasyon ana babadan gelebileceği gibi yaşam boyunca bazı çevresel nedenlerle de vuku bulabilir. Ana babadan gelenler yeni nesiller geçer. Fakat mutasyonlar gebe kalma anından itibaren, yani yumurta ile spermin birleşip ana rahmine düşmesinden sonra yaşam boyunca olmuşsa, bunlara somatik mutasyon denir. Somatik mutasyon, yalnızca o kişide ve çocuklarında görülebilir. Ana baba kardeş ve diğer üst akrabalarında görülmez.
Söz konusu araştırmanın sonucuna göre, ömrümüz kök hücrelerimizin yeni hücre üretme kapasiteleri ile sınırlı bulunuyor. Kök hücrelerimiz sürekli ve düzenli olarak bölünerek, ölen normal hücrelerin yerine yenilerini koyar ve böylece organlarla dokuları canlı tutar. Kök hücrelerin kendileri bir bitkinlik ve tükenme aşamasına geldiğinde onlar da yavaş yavaş ölürler ve vücuttaki diğer yaşamsal hücreleri artık yenileyemezler. İşte o zaman kan dahil, yenilenemeyen dokular ve organlar çökmeye başlar.
Van Andel-Shipper'in kanı incelendiğinde, kanındaki akyuvarların üçte ikisinin aynı iki kök hücreden üretildiği ortaya çıktı. Yani yaşamının son aşamalarında kadının akyuvar üreten kök hücrelerini sayısı sadece ikiye inmişti. Diğerlerinin hepsi ölmüştü. Bu sayı sağlıklı bir kişide binlerle ifade edilir. Sadece iki tane akyuvar üreten kök hücre kaldığının bulunması, somatik mutasyonların incelenmesi ile mümkün olmuştu.
Araştırmayı yürüten Amsterdam'daki VU Üniversitesi Tıp Merkezinden Dr Henne Holstege, "Kök hücre bölünmelerinde bir sınır var mı? Varsa insan ömrünü belirleyen bu sınır mı?" sorusunu sorarak bir yanıt arıyor. Bunun da ötesinde "Acaba vücuda dışardan taze kök hücreler vererek ömrü uzatabilir miyiz?" sorusunu soruyor.
Kök hücre bitkinliği ile ilgili araştırmada diğer bir bulgu, akyuvar hücrelerindeki telomerlerin son derece aşınmış ve küçülmüş olmasıydı. Telomerler, kromozon uçlarında bulunan ve her hücre bölünmesinde biraz kısalan koruyucu uzantılardır. Deney konusu kadında akyuvar telomerleri beyin telomerlerinden 17 kat daha kısalmıştı. Bunun bir nedeni akyuvar hücrelerinin beyin hücrelerinden çok daha sıklıkla bölünerek yenilenmeleridir.
Tahminlere göre doğumda her insanın yaklaşık 20 000 kadar kan kök hücresi vardır ve her hangi bir anda bunlardan 1000 kadarı aktif bölünmekte ve yeni hücre üretmektedir. Yaşam boyunca bu kök hücrelerin sayısı azalır ve telomerleri kısalır. Kök hücre bitkinliği denen aşamaya gelindiğinde artık yeni hücre üretilemez olur.
Araştırmacı Holstege'nin hayret verici olarak gördüğü bir bulguya göre, incelenen kadının kan hücrelerinde görülen çok sayıda mutasyon kendisine zarar vermemişti. Oysa genel olarak kanser dahil bazı hastalık nedenlerinden birinin mutasyonlar olduğu bilinmektedir. Oysa van Andel-Schipper'in kan kök hücreleri zararlı mutasyonlara uğramamış veya onlardan etkilenmemiş, 115 yıl boyunca sağlıklı kan hücreleri üretmeyi sürdürmüşlerdi.
İlk kez yaşlı ve sağlık bir kimsede somatik mutasyonların araştırılması bir yenilik olarak görülmekte. Daha önce genellikle doğumdan gelen mutasyonlar veya belli hastalardaki mutasyonların sonuçları araştırılmıştı. Bir mutasyonun olması bir değişikliğe yol açma olasılığını ortaya çıkarır. Bu durum kanser veya bir başka hastalığı doğurabileceği gibi DNA'da tamamen zararsız ve etkisiz bir boş sonuç de olabilir. Söz konusu araştırma çok sayıda somatik mutasyonun bu zararsız ve etkisiz gruptan olduğunu da göstermiştir.
Fakat daha ilginç ve belki de şok edici sonuç, vücuda genç kök hücre verilerek canlılığın, yani ömrün uzatılması olasılığıdır. Bu genç kök hücreler, kişinin doğumundan sonra veya bebeklik döneminde dondurularak saklanması yoluyla elde tutulup ilerde kullanılabilir. Ancak araştırmacıların söylediğine göre bu ancak kan kök hücrelerinde mümkündür. Diğer kök hücrelerde hiç mümkün olmayabilir.
Kaynakça:
http://www.newscientist.com/article/dn25458?cmpid=NLC|NSNS|2014-2404-GLOBAL&utm_medium=NLC&utm_source=NSNS&#.U15W4KL0nIU
http://genome.cshlp.org/content/24/5/733
*
Bir asırlık ömür çok uzak değil!
Gelecekte bilim tarafından yaşlanmanın yavaşlatılarak, insan vücudunun daha dayanıklı ve sağlıklı bir hale getirilebileceği düşünülüyor. Üstelik bu çok da uzak değil...
İSTANBUL - Dünya ölümsüzlüğün sırrını arıyor. Rusya’dan ABD’ye bilimciler, uzun yaşamın hatta ölümsüzlüğün sırrını keşfetmenin peşinde. Milliyet'in haberine göre, Fransız Le Figaro gazetesi bu çabaları derledi. İşte ayrıntılar...
Rusya’da bulunan Moskova Devlet Üniversitesi’nden Vladimir Skulachev, Rusya Cumhurbaşkanı Dmitri Medvedev tarafından da destekelenen 40 yıllık çalışmanın sonucunda ölümsüzlük hapına çok yaklaştığını açıkladı. Hapın, oksijenin vücuttaki hücrelere zararlı etkisini durdurarak, hücrelerin ölmesini engellediğini söyleyen Skulachev, çalışmalarında son iki seneye girdiğini iddia ediyor.
İngiltere’de bulunan Cambridge Üniversitesi genetik uzmanı Dr. Aubrey Grey de, yaşlılığın bedendeki fiziksel değişim demek olduğunu, vücuttaki her türlü hastalık ve hasarın hemen tedavi edilmesi sayesinde, ölümün ortadan kalkacağını savunuyor. Grey'e göre, bunu sağlamak için kök hücre teknolojisinin geliştirilmesi yeterli.
Fransa’da yaşayan ‘Kas Hastalıklarına Karşı Savaşma Derneği’nin başkanı Dr. Serge Braun, küçük çocuklarda nadiren görülen erken yaşlanma hastalığı üzerinde yürüttükleri çalışmaların, ölümsüzlüğün anahtarını bulmalarını sağlayabileceğini belirtti. Çocukların hücrelerinin erken yaşlanmasına neden olan proteini tanımlamaya çalıştıklarını söyleyen Braun, proteinin tanımlanması durumunda, yaşlanmanın da durdurulması konusunda büyük bir adım atılabileceğini dile getirdi.
YAŞLILIK YAVAŞLAYACAK
ABD’de bulunan Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nün biyoteknoloji laboratuvarlarında yürütülen hummalı çalışmalarda ölümsüzlüğün sırrı genlerde aranıyor. Araştırmaların başında bulunan Leonard Guarente, mantar hücrelerinde metabolizmayı yavaşlatarak, yaşlılığın da yavaşlamasını sağlayan bir gen buldu. SIR2 adlı bu genin, insan vücudunda da bulunduğunu tespit eden Guarente, şimdi bu sihirli genin insanlarda ömrü uzatmak için kullanılıp kullanılamayacağını araştırıyor.
UZUN YAŞAM İSTİYORSAN...
İnsanların ölümsüz olabileceğine inanan “Ölümsüzlük” kitabının yazarı biyofizikçi ve doktor Roland Moreau, sigara kullanımının sonlanması, yiyeceklerin doğallaşması, şeker tüketiminin azalması ve düzenli egzersiz yapılması sayesinde insan ömrünün uzayacağını söylüyor.
ÖMÜR YÜZDE 550 UZAYABİLİR
Ölümün hastalık olduğuna inanan bir diğer bilim insanı da Amerikalı Raymond Kurzweil. Kurzweil, meyve sineklerinin genetiğiyle oynayarak yaşam sürelerini yüzde 550 uzattıklarını, şimdi aynı yöntemi insanlara uygulamaya çalıştıklarını söylüyor. Kurzweil kendi de ölümsüzlüğe ulaşmak için organik besleniyor, düzenli egzersiz yapıyor ve günde 250 kadar vitamin ve yardımcı ilaç alıyor.
İnsanoğlu hangi yıllarda, kaç sene yaşadı?
1750’lerde: 25 yıl
1800’lerde: 35 yıl
1950’lerde: 65-70 yıl
2000’lerde: 80 yıl
2020’lerde: Hedef 100 yıl
DEV ADIMA NOBEL ÖDÜLÜ
ABD’li bilim insanları Elizabeth Blackburn, Carol Greider ve Jack Szostak da, genlerde kanser ve yaşlanmaya neden olan mekanizma üzerine yürüttükleri araştırmalar sonucunda 2009 yılında Nobel Tıp Ödülü’ne ulaştı. Bu bilim insanları, kromozomların hücre bölünmeleri sırasında nasıl mükemmel kopyalandıkları ve parçalanmaya karşı nasıl korundukları konusundaki biyolojideki temel sorunu çözdü. Bu keşif hücreyi daha iyi anlamayı, hastalık mekanizmasını çözmeyi sağlayacak konulara ışık tutarak, hem tedavilerin geliştirilmesi hem de ömrün uzatılması konusunda büyük bir yol alınmasını sağladı.
BEYİN
2020: Beynin kendini yenilemesi sağlanacak.
2040: Beyindeki hasarlı bölümler mikroelektronik protezlerle değiştirilecek.
2100: Yaşlanma ortadan kalkacak.
HAYATİ ORGANLAR
2020: Biyoteknik organlar ve kök hücre yöntemi kullanılarak, karaciğer, kas gibi vücudun kısımları üretilecek.
2040: Başka organizmalardan alınan hücreler kullanılarak laboratuvarda organ üretilecek ve vücuda takılacak.
2100: Daha uzun süre canlı kalabilen ve daha dayanıklı hayati organlar üretilecek.
KAN
2011: Kandaki değerlerin düzenlenebileceği bir tedavi üretilme aşamasında.
2020: İnsan kanını temizlemek için nanokapsüller üretilecek.
2030: Kandaki globüllerde yapılacak değişikliklerle yaşlanma geciktirilecek. Vücut yeni damarlar üretebilecek.
2011: Katarakt gibi göz hastalıkları yaşlanmanın en belirgin etkilerinden.
2020: Göz implantları bu gibi hastalıkları ortadan kaldıracak.
2100: İnsan daha iyi, daha uzağı ve karanlıkta görebilecek.
KEMİK VE EKLEMLER
2011: Yaşlandıkça kemikler zayıflayıp güçsüzleşiyor.
2015: Kemiklerin oluşumunu engelleyen enzimler durdurulacak.
2030: Genetik sebepler silinerek kronik eklem yangısının etkileri azaltılacak.
2050: Sentetik hücreler kullanılarak daha sağlam bir kemik yapısı oluşturulacak.
KLON
İnsanın kendi kök hücrelerinden üretilecek bir klona, beyninde sahip olduğu içerikler de yüklenecek. Böylece canlı tek bir vücuda bağlı olmadan yaşayabilecek.
*
Bilim, insan ömrünü uzatmak için şu sorunun yanıtını arıyor. İnsanlar yaşlandığı için mi ölüyor, yoksa hastalandığı için mi?
İnsan yaşamını uzatmaya yönelik son yıllarda ortaya atılan iki yaklaşım, ortalama insan ömrünü yüz yıl ve üzerine çıkartmayı hedefliyor. Yaklaşımlardan biri hastalıkların tedavisine ve kök hücre yardımıyla hasarlı organların yenilenmesine odaklanırken, diğeri ise yaşlanma sürecinin hücresel ve moleküler bazda yavaşlatılabileceğini ileri sürüyor.
Yüz yıl önce doğan bir Amerikalının ortalama yaşam süresi 54 yıldı. O dönemlerde bebek ölümleri çok yaygın olduğu gibi, kadınların doğum sırasında yaşamını yitirmesi de en sık görülen ölüm nedenlerinden biriydi. Fakat aşılar, antibiyotikler, hijyen ve gelişmiş ana-çocuk bakımı sayesinde bugün daha uzun yıllar yaşayabiliyoruz. Bugün doğan bir bebeğin 78. doğum gününü görmesi çok büyük bir olasılık.
İNSANI NE ÖLDÜRÜYOR?
İnsanlar yaşlandıkça insan ömrünün sınırlarını zorlayan iki önemli etmenle mücadele etmek zorunda kalıyor. Bir kere, ömrümüze ilave olan her yaş, vücudumuzdaki hücre ve organların bir yıl daha eskimesi anlamına geliyor. İkinci olarak kanser, kalp hastalıkları ve Alzheimer gibi bilimin görece olarak çaresiz kaldığı bazı ölümcül hastalıklara yakalanma riski yaş ile birlikte artıyor.
İnsan ömrünün üst sınırını zorlayan bilim insanları, aslında şu sorunun yanıtını arıyor: “İnsan ömrünü uzatmak için bu iki etmenden hangisine yatırım yaparsak daha iyi sonuç alırız? Yaşlanma sürecini yavaşlatmaya çalışmak mı daha etkili olur, yoksa hastalıkların tedavisini bulmak mı? Başka bir deyişle yaşlandığımız için mi ölüyoruz, yoksa hastalandığımız için mi?”
BİRİNCİ YAKLAŞIM: HASTALIKLARIN TEDAVİSİ
Hastalıklarla mücadeleye odaklanma yolunu seçen bilim insanları, hastalıkların tek tek tedavi edilmesiyle insan ömrünün ortalama olarak yüz yılı geçebileceğini ileri sürüyor. İngiltere’deki Oxford Nüfus Yaşlanma Enstitüsü’nden gerontolog (Gerontoloji: yaşlanma ve yaşlılık bilimi) Sarah Harper, “Belli başlı ölüm nedenlerine odaklanırsak (kanser, kalp/damar hastalıkları) ve bu hastalıkları yenebilirsek ve aşınan vücut parçalarını yenileyebilirsek, yaşam beklentisini büyük ölçüde yükseltebiliriz” diyor. Harper, kanser ve kalp hastalıklarına çözüm bulabilirsek ve kök hücre teknolojilerini geliştirebilirsek 100 yaşına hatta 120 yaşına kadar sağlıklı bir yaşam sürdürebileceğimize inanıyor. Ve bunun da çok ileri bir gelecekte değil, yakında gerçekleşeceğini düşünüyor.
Bu modeli uygulayarak, aktif ve uzun bir yaşam süresine kavuşmak için önce vücudun doğal olarak eskiyen parçalarının nasıl tamir olacağını keşfetmemiz gerekiyor. Bilim insanları şimdiden kök hücrelerden yararlanarak nefes borusu ve çene kemiği üretmeyi başardılar. Eğer araştırmalar bu hızla devam ederse, Harper ve kendisi ile benzer görüşte olanlar, aksayan, hasar gören dokuların, organların ve kemiklerin yerine yenilerinin üretilmesinin artık bir bilim kurgu olmayacağını düşünüyor. Harper, “Kök hücre ve genetik bilimi teknolojilerinde bugün kaydettiğimiz küçük ilerlemeler, insan ömrünü uzatma yolunda atılmış büyük adımlardır” diyor.
İKİNCİ YAKLAŞIM: YAŞLANMA SÜRECİNİ YAVAŞLATMAK
Diğer yaklaşımı benimseyen bilim insanları ise yaşlanma süreci ile mücadelenin daha etkili olacağını düşünüyor. Illinois Üniversitesi’nden S. Jay Olshansky, “Kansere çözüm bulmuş olsak bile kalp sorunları veya Alzhemier ile uğraşmak zorunda kalabiliriz. Benzer şekilde rejeneratif tıp (zarar görmüş doku ve organların işlevselliğinin onarılması ya da iyileştirilebilmesi) her seferinde bir organı düzeltebilir. Yeni bir yutağa sahip olmak iyi bir şey ama bu, başka taraflardaki bozukluklara fayda sağlamaz” diyor.
Olshansky, buna karşın yaşlanma sürecini moleküler düzeyde önlemenin daha etkili olacağını söylüyor. Bu yaklaşım tek bir organı veya sistemi hedefe oturtmuyor; tam tersi beyni ve bedeni bütün olarak ele alıyor. Olshansky ve meslektaşları, “Yaşlanmayı Yavaşlatmak için Manhattan-stili Proje” olarak isimlendirdikleri bir projeyi uygulamayı amaçlıyor . Hedefleri, insan ömrüne en azından sağlıklı bir yedi yıl daha ilave etmek. Bunun da 10 veya 20 yıl içinde gerçekleşebileceğine inanıyor. Her yedi yılda bir hastalık riski ikiye katlandığı için yaşlanma sürecinde yedi yıllık bir yavaşlama, Olshansky’ye göre, hastalık riskinin yarıya inmesi anlamına geliyor.
VÜCUDUN BİYOLOJİK SON KULLANMA TARİHİ 85
Olshansky vücudun doğal, biyolojik son kullanma tarihinin 85 yaş olduğunu öne sürüyor. O yaşlarda hücrelerimiz tipik olarak oksidatif stres adı verilen, geriye dönüşü olmayan bir yükün altına girmiş oluyor. Oksidatif stres, DNA, proteinler ve diğer önemli hücresel parçalara zarar veren oksijen serbest radikallerinin üretiminden kaynaklanıyor. Olshansky ve meslektaşları bu sorunu araştırırken, 100 veya 110 yaşını aşmış, ruhsal ve bedensel sağlığı yerinde yaşlıları inceledi. Bu insanların daha yavaş bir hücresel eskime sürecine sahip olduğunu düşünen Olshansky, bunların hücrelerinin oksidatif strese daha dirençli olması gerektiğini ileri sürüyor. Bu yavaşlamanın genetik bağlantısı bulunduğu takdirde, sistemik yaşlanma karşıtı terapilerin geliştirilmesi de mümkün olabilecek.
Sağlıklı beslenme ve egzersiz dışındaki yaşlanmayı engelleyecek terapiler bir hap şeklinde kendini gösterebilir. Ancak bu kadar karmaşık bir şeyi, bir bileşim haline getirmek çok ciddi bilimsel bir çaba gerektirir. Bu da çalışmaların moleküler ve fare düzeyinde yürütülmesi gerektiği anlamına geliyor.
Methuselah Vakfı’nın başlattığı Mprize isimli ödül, en uzun ömürlü fare yarışmasını kazananlara veriliyor. Bu alanda en umut verici aday rapamycin isimli bileşim. Bu bileşim kalori kısıtlamasının izlediği yolakla aynı yolağa sahip. Hem rapamycin’in, hem de kalori kısıtlamasının farelerde yaşamı uzattığı biliniyor.Her derde deva olarak ortaya sürülen tüm diğer terapilerde olduğu gibi, rapamycin’in de sakıncaları var. İlaç bağışıklık sistemini baskıladığı için yaygın kullanımına kimse sıcak bakmıyor.
Bu arada diğer bileşimlerle ilgili öyküler de piyasaya her çıkan ilacın üzerine atlamamız için bizleri uyarıyor. Örneğin “kırmızı şarap” hapı olarak bilinen resveratrol, bir zaman yaşlanmayı yavaşlatan mucize ilaç olarak yere göğe konamazken, son yıllarda bunun büyük bir balon olduğu ortaya çıktı. Ayrıca bazı bilim insanları rapamycin’in insanlarda farelerde olduğu kadar etkili olamayacağını düşünüyor.
“YUKARIDAKİLERİN HEPSİ” STRATEJİSİ
Gerçekten de yaşam uzatan araştırmalar, uzun süredir sözde bilim insanlarının saf insanları kandırmak için kullandıkları bir yalancı-bilim haline gelmiş durumda.
Kaldı ki Olshansky ve Harper, insan yaşamının çok yakında 150 yıla ve daha fazlasına çıkacağı dedikodularından epey bunaldıklarını itiraf ediyorlar. Aslında insanların ömrünü uzatmak için uygulanacak en başarılı strateji “yukarıdakilerin hepsi” olmalıdır. Bunun için hastalık tedavisinde yeni çözümler, moleküler düzeyde yeni keşifler, rejeneratif tıpta gelişmeler ve sağlıklı yaşama yönelik daha etkili uygulamalar gerekiyor.
Hatta devrim niteliğinde bilimsel keşifler olmasa bile bugün bilimin ulaştığı seviyenin desteği ile insan ömrü uzamaya devam ediyor. Her yıl ortalama yaşam beklentisi üç ay kadar uzuyor. Bu da küçümsenecek bir süre değil. Avrupa gibi gelişmiş bölgelerde her on yılda bir insan ömrüne iki yıl ilave oluyor.
Gelecekte yüz yıl veya daha uzun yaşamış insanlar bugüne baktıklarında, bizim ne kadar kısa ömürlü olduğumuza üzüleceklerdir. Tıpkı bizim ortalama insan ömrünün 35 yıl olduğu eski dönemlere bakıp üzüldüğümüz gibi….
Organ üretimi insan ömrünü uzatır mı?
Japon bilim adamları yeni nesil biyo 3D yazıcılarla organ basmayı planladıkları açıkladı. Bu gelişme akıllara "Acaba insan ömrü uzayacak mı?" sorusunu getirdi
Tokyo Hastanesi Ünivertesi’nden Tsuyoshi Takato önderliğindeki ekip, kök hücrelerle proto hüclerini bir arada kullanarak herhangi bir organı üretmeyi hedeliyor. Üretilen organ proteinler tarafından geliştirilecek ve insan organlarına benzer parçaların üretimi yapılabilecek. Şimdilik test aşamasındaki çalışmaların önümüzdeki yıllarda hayata geçirilmesi planlanıyor.
TAKLİT ORGAN
Yapılacak çalışmada üretilen parçalar insanlarda bulunan organları taklit edebilecek özelliğe sahip olacak. Üretilen yapay organlar vücutla beraber büyüyeceği için özellikle çocuklarda doğuştan gelen kemik ve benzeri eksikliklerin tedavisinde kullanılabilecek.
KEMİK YAPTILAR
Japon bilim adamı Takato’nun AFP haber ajansına yaptığı açıklamaya göre; 3D yazıcılardan basılan organlarla ilgili klinik testler önümüzdeki 3 yıl içinde başlayacak. Next 21 isimli bir şirketJaponya’da CT-Bone ismini verdiği biyolojik bir kemiği üretmeyi başardı. Henüz resmi makamlardan onay almayan bu yapay kemik, kaza ya da doğuştan gelen kemik kaybı gibi durumlarda kullanılabilecek. Gerçek kemik gibi büyüme özelliği bulunan CT-Bone ’un bu yıl onay alıp Japonya!'da kullanıma sunulması bekleniyor.
İNSAN ÖMRÜ UZAYACAK MI?
Umut tacirliği yapmamak için Japon bilim adamının bu açıklamasını Lösemi Lenfoma Hastaları ve Araştırma Eğitim Birliği Derneği Başkanı Prof. Dr. Muhit Özcan'a sorduk. Hematoloji Uzmanı Prof. Özcan, 3D ile organ üretiminin önemine dikkat çekti; ama asıl meselenin DNA olduğunu söyledi. Çünkü, insan ömrünün 100 veya 150 yıla uzaması için asıl gereken DNA yapısının şifresi. Muhit Özcan, insanı bir pil gibi tarif ederek damar yaşlanmasının nasıl engellenmesi gerektiğini sırayla anlattı.
1. 60 yıl ömrü olan pilin süresini uzatmak için damarların yaşlanmasını engellemek için de DNA'yı korumak lazım.
2. İnsanın kaderini belirleyen DNA'dır. Hücre yapısı DNA'nın onarılmasında sorun yaşıyor.
3. 40'lı yaşlardan sonra her hücre bölünmesi yaşlanmayı hızlandırıyor; çünkü DNA onarım mekanizması bozuluyor. Gençken bütün hastalıkları önleyen hücre yapısı, yaşlandıkça iki hastalığı bile engelleyemiyor.
4. Ergen dönemde hücreye lojistik ürünler sağlayan genetik ürünler var. Bunlar yaşlandıkça tükeniyor. Telomer zinciri (Hücrenin bölünme kapasitesi ve ömrünü belirleyen kromozon) azaldıkça yaşlanma hızlanıyor.
5. Her insanın hücre yapısında bulunan telomeraz enzimi ne kadar uzunsa insan ömrü o kadar uzuyor. Telomeraz azalınca DNA'yı korkuyan mekanizmalar hasar görüyor. Damar yaşlanıyor, kan akışı duruyor.