Ne nedir ? :

bilimist

bilimist Yazdı...



Ayna nezaman nasıl bulundu ? Ayna kültürü, ayna çeşitleri

29 Temmuz 2018 Bu içerik 9.396 kez okundu.

AYNA NEZAMAN BULUNDU ?

Günümüzden 4 bin yıl önce, Ortadoğu ve İtal­ya’nın kuzey kesimlerinde, yanardağ lavları­nın parlak artıklarının cilalanmasıyla, görüntüyü aksettiren ilk aynalar yapıldı. Gü­müşleme yöntemiyle ayna elde etme tekniği ise, 14. yüzyılda Venedik’te geliştirildi. Vene­dikliler, bir cam tabakasının arka yüzeyine cı­va sürerek, ayna yapmayı başardılar ve o tarihten sonra bu cam parçası, özellikle kadınların ellerinden düşmez oldu. Asıldıkları odanın içinde bulunan her şe­yi yansıtan dışbükey aynalar, ilk kez 14. yüz­yılda Almanya’nın Nürnberg kentinde yapıldı. Cam ustaları, üfleme yöntemiyle cam küreler oluşturduktan sonra, bunları ortadan ikiye bölüyorlar, sonra da iç kısımlarını ince bir cı­va tabakasıyla kaplayarak dışbükey aynayı el­de ediyorlardı. Günümüzde ayna yapmak için kullanılan yöntemin temelleri ise, 1835 yılında, Alman kimyageri Justus von Liebig tarafından atıl­dı. Gümüşnitrat, özel bir yöntemle cama tat­bik edildiğinde, içindeki gümüş cama yapışı­yor ve böylece son derece net görüntü veren bir ayna elde ediliyordu. Gümüşnitratı cama sıvanırken ayrıştırmak için, genellikle şeker ya da Rochelle tuzu kullanılıyordu.


--

Ayna, ışığın yüzde 100’e yakın bir kısmını düzgün olarak yansıtan cilalı yüzeylere denir. Günlük hayatta çok sık kullandığımız aynalar, önceleri metal bir yüzeyin parlatılmasıyla elde edilirken, günümüzde ise gümüş takviyesi kullanılarak elde edilmektedir. İnsanlık tarihinin en önemli icatlarından biri olan aynalar, evlerde, ofislerde, restoranlarda ve birçok mekanda dekoratif amaçlarla kullanıldığı gibi tepegöz cihazlarında, projeksiyonlarda, periskoplarda, güvenlik tedbirlerinin alındığı bazı yerlerde taşıtların altını aramak amacıyla farklı alanlarda da yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.

AYNA ÇEŞİTLERİ

Düz aynalar: Bir cismin veya noktanın düz bir aynada görünen şekline “görüntü” denir. Düzlem aynada görüntü, cismin tam simetriğidir. Yani cisim ve görüntünün, aynaya uzaklıkları ve boyları birbirine eşittir. Görüntü gerçek değildir, zahiridir. Çünkü, aynanın içinde imiş gibi görünür. Zahiri görüntüyü bir ekran üzerine düşürmek mümkün değildir.

Küresel aynalar: Yansıtıcı yüzeyi, küre kapağı şeklinde olan aynalardır. Yansıtıcı yüzey, küre kapağının iç yüzeyi ise bu aynalara “çukur”, “konkav” veya “iç bükey” aynalar denir. Yansıtıcı yüzey, küre kapağının dış yüzeyi ise böyle aynalara “tümsek”, “konveks” veya “dış bükey” aynalar denir.

Parabolik aynalar: Yansıtıcı yüzeyleri parabolik olan aynalardır. Otomobil farlarındaki aynalar birer parabolik aynadır. Diğer ayna türleri arasında silindirik aynaları saymak mümkündür. Bu tür aynalar gerçek görüntüye benzemeyen acaib görüntüler verirler. Panayır yerlerinde ve fuarlarda eğlence maksadıyla kullanılan bu tip aynalar, parabolik ve silindirik aynaların bir araya getirilmesiyle elde edilir.


------------
AYNA KÜLTÜR VE TARİHİ

İnsanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran en önemli özellikler arasında olan “kendini tanıma” güdüsü ve kendisi hakkında daha çok şey bilme, “kendini keşfetme” düşüncesi, evrimsel gelişimi içinde hiç eksik olmadı. Binlerce yıldan beri gelen bu arayış bugün de devam ediyor. Aranacak gerçek kaldıkça, insanoğlu da arayacak ve buldukça da doğada bulunmayı bekleyen çok gerçek olduğunu fark edecek. Her zaman kuşkucu, her zaman daha iyisini arama yönünde çaba bekleyen bilimsel bilgi arayışı sürecinde, toplu iğneden, tırnak makasına, ayakkabı çekeceğinden dikiş makinesine kadar her şeyin arkasında yüzyıllar öncesine uzanan bir “kültür tarihi” var. Yaşamımızın vazgeçilmez objesi olan ve ardında günümüzdeki şekline bürününceye kadar binlerce yıllık geçmişi barındıran “Aynanın Kültür Tarihi” hem geçirilen evrelerin ardındaki çabaya, hem de bugün bile tam olarak bilinmeyen bazı yönlerine yönelik çalışmalara yön veriyor, ayna tutuyor.

Ayna ilk örneklerinin görülüşünden bu yana, insanın merak duygusunu tatmin etmiş bir obje. Araştırmacılar için bilinmezlikleriyle üzerine kafa yorulan kültlerden biri olmuş hep. Güzellik duygusunun farklı şekillerde dışavurumuna öncelik ederek, belki de ilk sanat eserinin ortaya çıkışına modellik yapmış. Perspektifin icadı yolunda kullanılması ise mimariden, sanatın başka yönlerine kadar geniş bir yelpazede insanoğlunun önünü açmış, gözlerini doğru noktalara odaklandırmış. Artan bir hızla devam eden ve insanoğlunun en önemli araştırmaları arasında yer alan uzay çalışmaları sırasında da, ayna kullanılan objeler arasında yer aldı.

İnsan aynada kendini tanıyabilen az sayıda canlıdan biri! Ayna düşsel olanla simgesel olanı birbirinden ayıran, sınırları çizen bir olgu! Lacan’a göre, insan bebeğinin kendini aynada tanıma süresi, altı ay ila on sekiz ay arasındaki bir dönemde gerçekleşiyor. (1) Yapılan araştırmalar insan dışında sadece orangutan ve bazı şempanze türlerinin aynada kendini tanıma özelliği olduğunu gösteriyor.

İnsanoğlu evrimsel gelişimi içinde aynayı ilk kez doğada fark etti, çünkü doğa ona hep doğal bir ayna sunuyordu. Bilinen en yaygın efsaneye göre, Narkissos bir gün suda kendi görüntüsünü görmüş ve suya düşen kendi aksine, yani kendi libidosuna aşık olmuş. Suya atlamış ve su üstünde beliren aksinin peşi sıra dalmış. Libidosunu yakalama uğruna derinlere, daha derinlere inmeye çalışmış ve bu uğurda ölmüş. Bir başka yorumlanışına göre de, sudaki aksinin çıkmasını yemeden, içmeden, oradan ayrılmadan beklemiş ve kendi yansımasının yanı başında ölmüş. İnanışlar, onun öldüğü yerde yetişen nergis çiçeklerinin insanoğlunun ilk kez kendini görmesinin hikâyesinden günümüze kalan tek şey olduğunu taşıyor.

Dünya üzerindeki farklı kültürlerin ayna ile ilgili inanışları, mitosları, hatta hala yaşatılan toplum içi ritüelleri var. Ayna bazı kültürlerde korku, bazılarında saygı göstergesi! Özellikle tüm içrek inanışlarda, yani üyelerini belli bir kabul süreci ve kendine has yöntemi içinde kabul eden topluluklarda, ayna, kendini bilmenin, kendini tanımanın ve kendi içinde yapacağı yolculuğun bir ömre sığmayacağının bir simgesi olmuş. İnsanoğlunun yansıtıcı özelliği olan bu objeyi icat etmesi ve günlük yaşamında kullanması sonrasında artan bir hızda ona bağlanmış ve tasarımlarından kendini ifade etmeye kadar çok alanda ondan faydalanmış. Özellikle tek tanrılı dinler öncesinde, ayna çok yerde kutsal ve uğurlu sayılmış. Ayna kırılması hem şamanlarda, hem Roma’da, hem de Anadolu topraklarında uğursuz olarak öngörülmüş ve bazı toplumlarda 7 yıl sürecek olan olumsuzlukların yaşanabileceği düşünülmüş. Bu inanış bugün bile, hem Anadolu’da, hem de Asya’nın ve Balkanların bazı bölgelerinde görülebilmektedir. MÖ 500’lü yıllara varan bir Çin inanışına göre, şeytanın sadece aynada görülebileceği öngörülmüş, insanların sırtlarına yansıtıcı özelliği yüksek olan materyallerin bağlaması yolu kullanılmış. Hitit anlayışında ve sanatında da ayna “kadınlığın” simgesi olmuş. (2)

Ayna’nın ilk kullanımı yansıtıcı özelliği olan su, taşlar, tunç, volkanik doğal cam, kemik, bakır, bronz, altın, gümüş, bakır, kükürt alaşımı olan niello maddesi, teneke gibi çeşitli metaller, kristal top, fildişi, bıçaklar ve çeşitli yağlar üzerinde olmuş. Yüzeylerin iyice zımparalanması ve parlatılmasıyla elde edilen aynaların yapımı ve kullanımı binlerce yıl öncesinden başlamış ve uzunca bir süre yaygın olarak kullanılmış. Tarih öncesinde genellikle dışbükey olarak kullanılan el aynalarının arka yüzlerine desenler oyulmuş, kendine bakan yüzlerin zenginliğinin dışa vurumu olmuş. Muhtemelen Mısır’dan başlayan bir süreç içinde halkla tanıştırılan aynalar birer sanat objesi olmuşlardır. Sapı, arka tarafı ve kenarı o günden başlayan bir süreç içinde dekorasyonda kullanılmış.(3)

MÖ 3000 ‘li yıllardan başlayan bir süreç içinde, Akdeniz’i çevreleyen topraklarda kurulan medeniyetlerde, farklı kültürlere ev sahipliği yapan Anadolu’da, Roma, İskit, Etrüsk uygarlıklarında ve Çin’de ayna yoğun olarak kullanılmış. Yapılan arkeolojik kazıların kazanımları sayesinde bu sav her geçen gün farklı örneklerle güçlenmektedir. Eski Mısır’da ve Yunanistan’da çeşitli madenlerden yapılan ayna diskleri genelde fildişi, kemik ya da metal bir sap takılarak kullanılırken, MÖ 5. ve 6. yüzyıllarda tutma yerleri heykellerle süslenmiş. İlerleyen yıllar içinde, kapaklı aynalar da yapılmış ve özellikle bayanların vazgeçilmezleri arasında yer almaya başlamış.

M.Ö. 287 – 212 yılları arasında yaşamış Sicilya doğumlu Yunan matematikçi, fizikçi, astronom, filozof ve mühendis Arşimet’in, Roma generali Marcellus önderliğinde yapılan ünlü Sirakuza kuşatılmasında dev aynalar kullanmak suretiyle güneş ışınlarının yansısının yakıcı gücünü kullanarak Roma donanmasını yaktığı savı mitlerin günümüze yansısı olarak gelebilmiştir. Bu da bize mitlerin kahramanlıkla beraber olarak objelerin de kültür tarihleri içinde bir pencere olduğunu göstermektedir.

Tarih ölçeğinde insanın kendini iki ayna arasında, profilden ya da arkadan görmesi yakın dönemlere ait bir olgudur. İyice parlatılmış obsidyen taşı kullanımı ile Sanayi devrimi öncesinde Paris’te sistematik olarak üretilen Gobelins fabrikası yapımı aynasına, oradan da günümüze kadar geçen süre içinde, insanoğlu aynadaki görüntüsünün mükemmele yaklaşması yönünde çok çaba sarf etti. Tabii ki bu uğraşta cam üretim tekniklerinin de gelişimi etkin oldu, cam üretimindeki sıçramalar ayna üretimine yansıdı. Cam ayna kullanımı konusunda iki yazılı referans var. MS III. yüzyılda, bugün Aydın ilinin Karacasu ilçesi sınırları içinde yer alan Afrodisyas’ta, yaşayan İskender adlı kişinin yazılarında ve ondan önce de bu icadı Sidon’lulara mal eden Büyük Plinius’tan günümüze ulaşanlarda cam üstünde yansımanın yakalandığını, yani cam plaka üstünde ayna uygulamaya çalıştıklarını biliyoruz. (4)

Özellikle kıta Avrupa’sında, ortaçağ boyunca ayna işçileri, aynı bina yapanlar gibi, ülkeler arasında serbestçe yolculuk yapabilmişler, saygın mesleklerinin kültürlerarası gelişimine katkı vermişler. Aralarına kabul edeceklerini özel kurallarla, kendilerine özgü ritüeller eşliğinde kabul etmişler, mesleki birlikteliklerini bu şekilde sürdürmüşlerdir. Anadolu’ da da ahilik teşkilatı içinde yer alan ayna işçileri gizlilik ve dışa kapalılık esası içinde yürüttükleri faaliyetlerinde, çıraklık, kalfalık ve ustalık aşamaları içinde çalışmışlardır. Böylece hem üretim sırlarını korumuşlar, hem de belli ahlak ve ticaret kurallarının devamını sağlamışlardır. Meslekleri tarih boyunca uzunca bir süre kralların, imparatorların korumasında yürütülmüş, hatta zaman zaman da ayna işçileri ülkelerin gizli servislerin gözetiminde mesleklerini sürdürmüşlerdir.

Ortaçağın tüm tinsel literatüründe hiç eksik olmayan metafor ayna, etkisini ve gelişmesini özellikle bu dönemde en önemli bilim olarak kabul edilen ve cam sanatıyla birlikte görülmemiş bir saygınlığa kavuşan optik bilimine borçlu olmuş. XII yuzyıldan, XIV yüzyıla kadar Grossetete, Pecham ve Bacon’ın, Polanyalı Vitellion ‘un optikle ilgili el kitapları, Arap El Hazan’ın yapıtlarının Latince çevirileri, Aristo’nun ve Eukleides’in verilerini yenilemiştir. Oxford Fransisken okulu, hareketin önderliğini üstlenir ve ayna görüntüsü bilginin ayrıcalıklı bir biçimi olarak kabul edilmiş. İlginçtir, ayna konusunda bugün de bilimsel araştırmalara konu olan bilinmezlikler var. İçine düşen yansının sonsuza kadar devam ettiği nedeniyle aynanın sonsuzluk içerdiği günümüzde de kabul ediliyor. Ayna yapımdaki gizli bilgilerin yüzyıllarca saklanması ve usta çırak ilişkisi ile gelişmesinin arkasındaki gizi, biz bugün cam yüzeyini ayna haline getiren tabakaya “sır” diyerek yaşatıyoruz. Aynanın yapımın yüzyıllar boyunca gizli kalmış üretim gizlerini “sır” kelimesi ile hatırlıyoruz.

Anadolu’da 12. ve 13. yüzyıllara tarihlenen, gerek teknikleri, gerek süslemeleri, bakımından birbirine benzeyen Selçuklu aynaları kullanılmış, bu tür aynalar İran, Batı Türkistan, Mezopotamya da da görülmüştür. (5)

Venedikli ayna üreticileri ile, Murona’lı aynacılar arasındaki rekabet ayna konusundaki gelişmeleri sahiplenmeleri konusunda hep devam etti. Ama cam üretimi yapan ve ayna konusunda da araştırmalarda bulunulan yerler arasında, Verona, Padova, Bologna, Ravenna ve Ferrara da vardı ve buralarda 1400’lü yıllardan beri üretim yapılıyordu. (6)

Ayna, 1420’li yıllarda, Filippo Brunelleschi’nin Floransa Katedrali’nde gerçekleştirdiği ünlü perspektif deneylerini literatüre aktarmasında da önemli bir araç oldu. Kendisinden önce persfektifi anlamaya çalışanların tecrübelerinden de yararlanarak yaptığı bu çalışmalarda kullandığı resimdeki gökyüzü, gümüş ayna sır’ı ile boyanmıştı. Brunelleschi daha sonra bu resmin perspektif kaçış noktasını delmiş, önüne bir ayna koymuş ve izleyicilerin, resmin arkasındaki bu delikten, resmin aynadaki yansısına ve aynanın arkasındaki genel manzaraya bakmasını sağlamıştır. İzleyici hem manzaranın bir bölümünü içine alan resmi -gümüş ayna sırı ile boyalı yüzeyine yansıyan bulutların hareketiyle birlikte- algılıyor hem de manzaranın diğer bölümlerini görüyordu. Brunelleschi bu resmi ayna kullanarak ve aynaya yansıyan imgenin genel çizgilerini ayna üzerinde kopya ederek yapmıştı. Deneyde ayna kullanmasının bir amacı da ilk önce ayna ile kopya edilen bu ters imgeyi düzeltmekti. Perspektif görüş noktası böylece ilk kez gerçekte olduğu gibi inandırıcı bir biçimde belirlenmiş oluyordu. Bu deney merkezi perspektif tarihinin ilk imgesi sayılsa da, yüzyılları bulan bilimsel deneylerin ve isimsiz araştırmacıların çabalarının da bir iz düşümüdür. Perspektifin bulunuşu sonrasında gerek mimaride, gerekse de resim sanatında figürlerin yerleştirilirken hesaba katılmayan derinlik öğesi, önem kazanmaya başladı ve Rönesanssın açılan yolda önemli bir adım oldu. (7)

Aynanın Osmanlı döneminde de varlığı ve yapım-gelişim süreci devam etmektedir. 1485 yılındaki bir kadı sicilinde, “Bursalı aynacı Şamlı ipekçi Safiyeddin’ den 600 akçalık ayna camı aldığı “ kaydı bize Osmanlı pazarında aynacıların da olduğunu ve ayna üretiminin ve satışının olduğunu göstermektedir. Aynı yüzyıl içinde, Osmanlı’nın artan ayna ihtiyacının bir bölümünün de, özellikle Venedik’ten ve Barcelona’dan ithal edilen aynalarla yapıldığı, geleneksel cam ve üretiminin kalitesinin ithal malların yurda girmesiyle birlikte arttığı bilinmektedir. (8)

Tarih öncesi çağlara kadar giden geçmişiyle, en eski bilim dallarından biri olan alşimi, diğer adıyla simya için de önemli bir araştırma konusu olmuş Ayna. Adını Arapça el-kimya’dan alan ve bugünkü Kimya biliminin kurucusu olarak kabul edilen simyacılar içinde dönemin ünlü bilim adamları yer almış. Ortaçağın skolâstik baskısı içinde, teolojinin doğrularına kuşku duyan ve bilinenlerin dışında doğru arayarak, özellikle nesneleri başka nesnelere dönüştürmede, madenleri daha yüksek değerdeki madenlere yani özellikle altına çevirme uğraşı içindeki simyacılar içinde Robert Boyle, Isaac Newton ve genel bir kabulle Leonardo da vinci gibi dönemin ünlü bilim adamları yer aldı. O günün yazarları ve araştırmacıları, mucizenin bilimin ilerlemesi yönünde önemli bir etken olduğunu düşünüyorlardı. Ateş sanatı olarak da bilinen cam üretiminin, yüzyıllara varan denenmişliğinin birikimi üzerinde kurulmaya çalışılan ayna yapma çalışmaları ve uygulamasındaki bilinmezlikler, simyacılar içinde de önemli derecede kabul gördü ve araştırmalarına konu oldu.

Leanorda Da Vinci de günümüze kadar gelen ve hayretle karşılanan çalışmaları içinde iki adet iç bükey ayna taslağı hazırlamış ve üzerinde çalışmalar yapmıştır.

Birisi odağını geniş tuttuğu, diğeri de oldukça büyük olarak dizayn ettiği değirmene benzer şekilde olan ve dönebilen, etki alanı da oldukça geniş tutulan bir iç bükey aynadır. Da vinci sanatsal faaliyetlerini bilimsel gerçeklerin peşinde koşarken yaptığı çalışmalarda sorularına mantıklı cevaplar bulabilmek için aynayı ve lensleri kullanmıştır: Günümüze kadar gelen ve Da Vinci tarafından geliştirilen simgeli yazısı, ayna yüzeyine düşen görüntünün yazımı şeklindedir. Ve sadece yazıya bir ayna tutularak okunabilir. Da Vinci’nin dehasını bir yana bırakırsak, insanın aynaları okumayı öğrenmesi için kaç bin yıl geçtiği gerçeği bile, kültür tarihi içindeki aşamaları göstermektedir.(9) Çizimlerinde olduğu gibi diğer sanatsal üretiminde de ayna öğesini fazlasıyla kullandığı bilinen Da Vinci, “Ressamlar aynada gördüğümüz nesnelerden yansıyan cisimselliğin, canlılığın kendi resimlerinde bulunmadığını gördüklerinde çoğu kez çaresizliğe kapılırlar. Oysa her ikisine de bir gözümüzü kapayıp öyle bakmamız şıkkı dışında, bir tablo hiçbir zaman bir aynanın yansımasıyla aynı etkiyi taşıyamaz.” demiştir. (10)

Ayna Venedik Cumhuriyeti için önemli bir zenginlik kaynağı olmayı 1500’lü yıllarda da sürdürmüştür. Ve bu yıllardan sonra Venedik – Fransız rekabeti artan bir hızda sanayi devrimine kadar sürmüştür.

1582 Yılında, III. Murad’ ın oğlu Şehzade Mehmed’in, yani sonrasında tahta çıkan III. Mehmed’in sünnet düğününü anlatan kaynaklarda padişahın, görevlilerin ve konukların önünden geçen İstanbul esnafı arasındaki aynacıların varlığı anlatılmaktadır. Evliya Çelebi, bu töreni anlatırken halkın arasından geçiş yapan esnaflar içinde, yani alay-ı hümayun içinde, aynacı esnafı olduğundan bahsediyor. Esnaf-ı âyineciyan olarak tanımladığı aynacı esnafının 90 dükkân ve 105 neferden, yani çalışandan oluştuğunu yazıyor ve pirlerinin de Kerbala’da şehit olmuş ve orada gömülmüş olan Hüsameddin Nahifi olduğunu söylüyor. Evliya Çelebi, ayrıca aynacı esnafından “bunlar da dükkânlarını nice bin ayine-i mevzun ile zeyn edüp geçerler” sözüyle bahsediyor. (11) Madeni aynalar İslam sanatı ve kültürünün önemli bir temsilcisi olarak Osmanlı’da her daim kullanılmıştır. (12) Yüzyıllar boyunca İslam kültürünün egemen olduğu geniş bir coğrafi bölgede üretilmiş olan aynalar Topkapı Sarayı başta olmak üzere farklı müzelerimizin envanterinde yer almaktadır. Belli ki, ayna kelimesinin o günkü karşılığı olan “ayine” sözcüğü, günümüze kadar değişim içinde gelmiş de olsa, günümüzde halk arasında hala kullanılan “ayinesi iştir kişinin” sözünün çok eskilere dayandığını anlıyoruz.

Barok Sanatın temsilcilerinden ressam Vermeer “Camera Obscura” denilen bir mekanizma sayesinde resimleyeceği görüntüyü karanlık kutunun içine yansıtarak doğayı kusursuz bir orantıyla betimlemiştir. 18. yüzyılda da bazı ressamlar “Claude Lorain Aynası” diye adlandırılan yüzeyi koyulaştırılmış bir küçültme aynasıyla doğanın çok renkliliğini bir dizi sınıflandırılmış tona dönüştürmeye çalışmışlardır. Bu gibi daha birçok konuda ressama hizmet etmiş olan ayna, icat edilişinden bu yana çeşitli konumlarda resmin de konusu da olmuştur.

1620’lerde Johannes Kepler ‘de fotoğraf makinelerinin bulunması yolunda kendisinden önce başlayan bir süreçte araştırılan, yukarıda sözü geçen “camera obscura” dizaynını geliştirmeye çalışmış ve araştırmalarında delikten geçen ve ters yansıyan imgelerin düzeltilmesi için ayna kullanılmasını tavsiye etmiştir. Ayna fotoğraf makinelerinin gelişiminde de kullanılan bir değer olmuş, bilinmezlerin bulunmasında basamak taşı olmuştur.

17.Yüzyılla beraber iç yerleşimdeki lüks tüketim maddelerine olan talep aynaya da yansımış ve ayna bu yıllarda zengin mekânları süsleyen bir dekorasyon öğesi olmuştur. Zenginliğin dışa vurumu olarak inşa edilen gösterişli mekânların içini süslemeye başlaması, aynanın seri bir sekilde, sistematik olarak üretimesi gereğini ortaya çıkarmıştır. Gobelins fabrikası – Manufacture Royale des meubles dela Couronne- olarak bilinen ve 1667 yılında Fransa’da Kral IV. Louis ve onun maliye bakanı – Mercantilism akımının kurucusu- Jean Baptiste Colbert tarafından kurulan işletme ile birlikte, (bazı kaynaklarda bu işletme Saint – Gobain olarak anılmaktadır) sistematik olarak kumaş, mobilya, dekoratif eşyalar ve ayna üretilmesi konusunda girişimde bulunulmuş. Kamuya ait tekel biçiminde çalışan ve sanatın devlet güdümünde gelişmesinde çok etkili olan bu fabrikada, kraliyet saraylarının ve soyluların evlerinin mobilya ve tüm dekorasyonlarına yönelik olarak üretim yapılmış. (16) Gobelins fabrikasında ayna üretimi konusunda başlatılan üretim süreci, 1700 yılında, o güne göre gerçek bir buluşla, ciddi bir aşamaya gelmiş, akıtma yoluyla yapılan ayna üretilmiş. Bu aynanın boyutları 270 *100 cmidi. (13) O güne kadar üfleme metodu ile üretilen camlarla üstünde kullanılan eski teknik ile bu boyutta bir ayna üretmek mümkün değildi. Günümüzde bile, goblen ayna ve goblen kumaş terimleri Türkçemizde kullanılmaktadır.

17.Yüzyılın son çeyreğinde, Avrupa’da dekorasyon öğesi olarak kullanılan ayna Osmanlı’da da bu yönde önem bulmuştur. Kasımpaşa’da Hasköy’de bulunan bir zamanlar Haliç sahilinin en büyük sahil sarayı olan Tersane Sarayı arazisinde yer alan Aynalıkavak Kasrı, aynanın Osmanlı mimarisinde kullanılmasında ilklerden olmakla beraber, isimlere yansımasının da bir başlangıcıdır. Osmanlı tersanesinin kurulduğu bölgede yer alan ve yapımı Fatih Sultan Mehmed tarafından başlatılan tersane sarayı bahçesindeki Aynalıkavak Kasrı, farklı dönemlerde yapım ve onarım aşamasından geçmiştir. (14) Aynalıkavak Kasrındaki 1720 yılında, III. Ahmet zamanındaki bir sünnet düğününü anlatan şair Vehbi, Surname-i Vehbi adlı manzum eserinde ve bu eserinin minyatürlü kopyalarında çok canlı olarak sultan defalarca Aynalıkavak Sarayı’nda resmedilmiştir. Bu resimlerden birinde kasrın yanındaki bir kavak ağacının üstüne çerçeve içinde bir ayna asılmış olduğu ve üzerine de aynalı kavak yazıldığı görülmektedir. (15) Seyyahların ifadesine göre Tersane Sarayı’nın Aynalıkavak Sarayı adını alması 17. yy ortasında olmuştur. 1715 yılında Osmanlı – Venedik Muharebesi’nden sonra, Venediklilerle yapılan 1718 yılındaki Pasorofça Antlaşması sonrasında Venedik Cumhuriyeti’nin Osmanlı sarayına hediye olarak gönderdiği aynalar da bu sarayın bazı dairelerini süslemişti. Öyle ki, bir iddiaya göre de bu “kavak kadar uzun endam aynaları”, halk dilinde sarayın adının Aynalıkavak Sarayı’na dönüşmesine neden olmuştu. Aynalıkavak Kasrı’nın adı ile ilgili bir başka rivayete göre de, Osmanlı’da düz pencere camı üretilemediği için Venedik Doc’unun Sultan’a hediye ettiği kristal Venedik aynalarına yakışan bir kasır yapılması mimarideki önemli bir değişikliğin habercisidir.

Aynanın gelişim yolculuğu Rönesans’ın ve sanayi devriminin devinimi içinde gelişti. Araştırmacılar birbiri ardı sıra yaptıkları buluşlarla hem camın, hem de aynanın gelişimine katkı verdiler. Her ikisinin de insanoğlunun günlük yaşamına girmesi ve vazgeçilmezleri arasında yer almasından sonra, üretim teknikleri gelişti, tipleri farklılaştı.

Ayna kullanımı, günümüzde çok yerde, örnek vermek gerekirse, asansörlerde ve araçlarda yasalarla sağlanan zorunluluk olarak varlığını sürdürüyor. Ayna, tüm modern binaların, ortak kullanım alanlarının, girişlerin, yatak odalarının vazgeçilmez objesi. Gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun, Dünyanın dört bir yanındaki insana ulaşabilen ayna kullanımı, ardındaki zengin kültür tarihi yaşıyor ve yaşatıyor olsa gerek.

(1) Umberto Eko, Ortaçağı Düşlemek, Çeviren Şadan Karadeniz, Can yayınları, 1997, s. 58

(2) Secda Saltuk, Geçmişten Günümüze Ayna, Her Alanda Her Anlamda, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2010, s. 39

(3) Secda Saltuk, Geçmişten Günümüze Ayna, Her Alanda Her Anlamda, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2010, s. 47

(4) Sabine Melchior – Boonet, Ayna Tarihi, Dost Yayınevi, 2007 s. 26

(5) Secda Saltuk, Geçmişten Günümüze Ayna, Her Alanda Her Anlamda, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2010, s. 75

(6) Sabine Melchior – Boonet, Ayna Tarihi, Dost Yayınevi, 2007 s. 31

(7) Zahir Güvemli, Başlangıçtan Bugüne, Türk ve Dünya Sanat Tarihi, Varlık Yayınları, 1960 s. 60

(8) Serpil Bağcı, Gerçeğin suretinin saklandığı yer; Ayna, Sultanların Aynaları TC Kültür Bakanlığı Yayınları 1998 s.26

(9) Umberto Eko, Ortaçağı Düşlemek, Çeviren Şadan Karadeniz, Can yayınları, 1997, s. 63

(10) E H. Gombrich Sanat ve Yanılsama, Çeviren Ahmet Cemal, Remzi Kitapevi, 1992 s.105

(11) Serpil Bağcı, Gerçeğin suretinin saklandığı yer; Ayna, Sultanların Aynaları TC Kültür Bakanlığı Yayınları 1998 s.26

(12) Ülker Erginsoy, İslam Maden sanatında Ayna, Sultanların Aynaları TC Kültür Bakanlığı Yayınları 1998 s. 66

(13) Sabine Melchior – Boonet, Ayna Tarihi, Dost Yayınevi, 2007 s. 62

(14) Tülay Artan, İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı Yayınları, 1995, s. 485-486

(15) Serpil Bağcı, Gerçeğin suretinin saklandığı yer; Ayna, Sultanların Aynaları TC Kültür Bakanlığı Yayınları 1998 s.26

(16) Mary Hollingsworth, Dünya Sanat Tarihi, Inkilap Kitapevi, 2009, s. 316


---------


OSMANLIDA AYNA

Osmanlı zamanında erkekler bayanı memnun etmek için çeşitli hediyeler alırlardı, bu bir adett Günümüzde hediye alma adetleri hala devam etmektedir fakat hediyeler anlam ve önemini kaybetti diyebiliriz çünkü şimdilerde erkekler, bayanlara genel olarak çiçek hediye etmekte.Bayanları memnun etmek isteyen erkekler işi abartarak pahalı ürünlerde almakta ama bu hediyelerin hiç bir anlamı yok. Hediye edilen pahalı bir telefonun ne anlamı olabilir ki? Bir kaç ay sonra telefonun modeli eskiyecek…Osmanlı zamanında erkeklerin bayanlara aldığı önemli hediyelerden biri de “ayna” idi. Bu hediye, “Sana senden daha güzel bir hediye bulamadım” anlamına geliyor. Bir bayana hediye edilebilecek en güzel hediyelerden bir tanesi.


OSMANLIDA SARAY AYNALARI

Ayna, arka tarafına ince bir cıva tabakası sürülmüş, gayet düz cam levhadır ki, karşılarındaki şeyleri şekil ve renkleriyle aksettirir. Önceki devirlerde insanlara ayna vazifesini gören vasıta su idi. Sonraları madeni düz levhalar parlatılarak ayna gibi kullanıldı. Daha sonraları cam icat olununca arkalarına bir madde sürülerek sırlı aynalar meydana getirildi. Doğulular cam ve aynayı Avrupalılardan önce tanımışlardır. Sırlı aynalar küçük boyda idi. XVI. asırda Venedik’te yapılan sırlı aynalar dünyanın her tarafına yayıldı. 1688’de camı eritip levha halinde dökmek suretiyle ayna yapıldı ve 1693’te St.Gobain şehrinde önemli bir ayna fabrikası kuruldu.O zamandan sonra bütün saray ve evleri aynalarla süslemek moda oldu. XVIII. asırda ayna modası çok yayıldı. Türkler aynaya çoğunlukla bir ibret gözü ile bakmışlar, ona bakarken bir başka derinliği fark etmişler; ondan Dinî, ahlâkî dersler çıkararak, edebiyatta, sanatta ve tasavvufta sembol olarak kullanmışlardır. Osmanlı’da aynaların arkasını akla gelebilen ağaç, fildişi, demir, gümüş, sedef, altın gibi bir çok malzeme ile; oyma, kakma, kesme, kabartma, kalem gibi çeşitli tekniklerle süslenmiş birbirinden güzel ve çok değerli sanat eserleri meydana getirmişlerdir. Eskiden saray, konak ve köşklerde bulunan aynalar, en önemli tezyinattan biri idi. Hanımlar aynaların yardımıyla giyinip süslendikleri gibi, erkekler de sarık sarmak, sarığı düzeltmek, elbiselerinin arkadan duruşlarını gözden geçirmek için aynaya ihtiyaç duyarlardı. Ayrıca sanatkârane yapılmış süslü aynalar, sahibinin kudret ve zenginlik derecesini gösterdiği gibi, itibarını da arttırırdı. Osmanlılar, altın, gümüş, yeşim, demir ve bronzdan yapılmış zengin bezemeli ve çoğunlukla saplı aynalar kullanmışlardır. Altın, gümüş ve yeşim aynalar, Osmanlı Sanatı’nın ölçülü sadelik, zenginlik ve üstün tekniğinin örnekleri olarak Topkapı Sarayı Müzesi’nin Hazine Dairesi‘nde sergilenmektedir.




Osmanlı’da sevgiliye ayna hediye etmek; sana senden daha güzel bir şey bulamadım manasına geliyordu.

Yorumlar

Henuz yorum eklenmedi ilk ekleyen siz olun .Yorum Ekle
b